Sadece Mezopotamya değil, ülkemizin hangi bölgesine gidersek gidelim bu tür zenginliklerle karşılaşmamız mümkündür. Ülkemizin turizm konusundaki zenginliği sadece tarihi kalıntılar ile sınırlı değildir elbette. Türkiye, dört mevsimin yaşandığı, her mevsimde de ülkenin çeşitli yörelerinde dört mevsimin bir anda yaşandığı bir konuma sahiptir. Bir köşesinde kar yağarken, bir köşesinde denize girip, kumsalda güneşlenmek mümkündür. Özellikle deniz turizminden dolayı, yabancı turistler tarafından yoğun bir talep görmektedir.
Ülkemizin bir diğer turizm zenginliği ise yayla turizmidir. Karadeniz’in o güzelim yaylalarına çıkan, bir daha, bir daha çıkmak ister. O havayı soluyan, tekrar tekrar solumak ister. Mavi ile yeşilin birleşmesi adeta bir renk cümbüşü oluşturur.
Ancak maalesef tüm bu zenginliklere, değerlere rağmen, ülke turizmimizin yeterince tanıtımını yapamıyor, güzelliklerimizi bir sır gibi saklıyoruz. Özellikle tarihi kalıntılar zamanla yok olup giderken, bunları korumak için hiçbir şey yapamıyoruz. UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen bir Nemrut Dağının bile tanıtımını yapıp buraya yeterince turist çekemiyoruz. Dağın zirvesine çıksanız, bir çay içebileceğiniz, ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz hiçbir yer yok.
Bu ülke hepimizin. Turizmin ülkemize kazandırması demek, hepimizin kazanması demektir. Öncelikle bizlerin bu güzelliklerimize sahip çıkmamız, korumamız gerekir. O zaman, bu güzellikler gerçek değerini almış olacaktır.